SİLAH AKSİYON VE KAKA DOLU BİR HİKAYE

Ali Çiftci
6 min readApr 11, 2020

Bolu’nun Yeniçağa ilçesinde havaların artık yaza döndüğü bir zamandı. Ben 9–10 yaşlarındaydım. Güneşli bir hafta sonu gününde arkadaşım Burak ile oyun oynamak için anlaşmıştık. Yine de evine gidip kapıda kalmayayım diye Burak’ı önceden ev telefonundan aradım. Çünkü ben gittiğimde Burak bahçelerine inmemiş olursa, kapıyı çalmak zorunda kalıyordum. Üç katlı evlerinde en üst katta yaşayan Burak’a ulaşmak adına zili çaldığımda da kapıyı babaannesi açıyordu. Ben de Burak ininceye kadar babaannesiyle muhabbet etmek zorunda kalıyordum.

Burak’ın babaannesi ile muhabbet etmek zor bir işti. Öncelikle kendisi benim babaannem ile aynı ‘gün’ içerisindeydi. Bu yüzden taraflardan birine yapacağınız bir yamuk, bütün babaanne ağı arasında yayılma riskine sahipti. İkincisi, kendisi haliyle bütün ailemi tanıdığı için tek tek bütün ev ahalisi hakkında soru sorar, benden cevaplamamı beklerdi. Bu benim için basit bir hasbıhalden öte bir sınavdı. Çünkü küçük yerde sadece kadınların içinde büyüyen bir erkek çocuğu olduğum için, neyin sır neyin söylenebilir olduğunu, neyin dedikodu neyin gerçek olduğunu tam kestiremiyordum. Birisine söylediğim bir şey, akşam vakti azar işitmeme sebep olabiliyordu. Üçüncü sorun ise, Burak’ın babaannesinin adını hiçbir zaman ezberleyememiş olmam idi. Benim için hep Burak’ın babaannesiydi. Şimdi olduğu gibi.

Burak’ı aradım. Telefonu annesi açtı, sonra Burak’ı verdi. Saat iki buçuk için anlaştık. Zaman yaklaşınca hazırlanmaya başladım: kazağımın altına içliğim yerine pantolon giydim. Bu yanında cepleri olan, dizlerinin etrafı çift dikişle belli edilmiş, kalın kottan havalı bir pantolondu. Alalı henüz birkaç ay olmuştu. Belli etkinliklerin dışında günlük aktivitelerimde yeni yeni giymeye başlamıştım. Evden çıkmadan önce odamdan gizli gizli boncuklu tabancamı da alıp pantolonuma soktum, ceplerimi de boncuk paketleriyle doldurdum.

Bunu gizli yapmam gerekiyordu. Çünkü her ne kadar herkes bunu yapıyor olduğumuzu bilse de boncuklu tabancalarla oynamak birbirimizi kör edebileceğimiz için tehlikeli olduğundan biz bunu sır gibi yapıyorduk. Oynarken de içini doldurmadığımızı iddia ediyorduk. Ama arkadaş grubu olarak sado-mazo aktivitelere meyilli olmalıymışız ki, hem boncuk doldurur hem de vurup-vurulunca çok mutlu olurduk…

Evden çıkıp yürüyerek Buraklara ulaştım. Burak ilçenin tepesinde bir evde otururdu. Halamın evine çok yakın olduğundan, önce dik bir bayırın altında yerleşik halamın bahçesine bir göz atar -küçük kuzenim bahçedeyse onunla biraz oyalanayım diye- sonra bayırı çıkıp arkadaşıma varırdım. Burakların bahçesinin altında da bizim arkadaşlarla çok korktuğumuz deli kadının evi olduğundan, bayırı çıktıktan sonra orayı çok hızlı geçerdim. Burakların hafif eğimli, alt tarafında meyve ağaçları olan, üst tarafı ise ev ile önündeki geniş çimenlikten mütevellit bodur bir duvarla çevrili büyük bahçelerine vardığımda başımdan kaynar sular döküldü. Burak bahçede yoktu. Evin önündeki minik kütükte babaannesi* oturuyordu.

Bu… Burak yok mu?” dedim. Konuşmayı Bilmem Ne Teyze diye bitirememenin ezikliği içerisindeydim. Babaanne bana dönüp baktığında ona dair sohbeti zor kılan dördüncü maddeyi hatırladım: burnunun yanındaki et ben. Konuşurken hep dikkatimi çekiyordu. Konuşurken kafasını fazla hareket ettiren bu kadının yüzünde, koyu nokta daha da çok göz alıyordu. Oyun oynayayım, mutlu olayım diye geldiğim bu evde yeniden bir insan olarak yeterliliğim sorgulanıyordu adeta.

Bir yandan babaanneye cevap verirken bir yandan da Burak’a öfkeleniyordum. İki buçuk demiştik işte! Nedir yani? Ben ta öteki mahalleden yürüyüp buraya geliyorum, sen üç kattan aşağı mı inemiyorsun? Bilsem halamda oyalanırdım 3–5 dakika. Bilmem Ne Teyze laflarını hızlı hızlı birbiri ardına sıralarken, belimdeki silahın kabzasıyla oynuyor, Burak’a atacağım boncukları düşünüyordum.

Ancak bir terslik vardı. Kütüğün hemen dibinde kırmızı ile mavi plastik kılıçlar duruyordu. Bunları biz Gladyatör oynarken kullanırdık. Burak da onları sadece oyun için aşağı indirirdi. Bu düşünceyle kafamı kaldırdım. Babaannenin, halamın çocuğunun geçen ayki sağlık sorunlarından konuşmayı bitirdiği ilk anda araya girip Burak’ı sordum. ‘Ben onu ekmek almaya yolladım’ dedi zalim kadın.

Kendisi başta hava güzel diye düşünüp ekmek almaya çıkıp yürümeye karar vermiş ancak sonra bahçe duvarının dibindeki otları görünce bu görevi Burak’a verip kendisi otları yolmuş. Geniş eteğinin içinde kavuşturduğu kolları açıp ellerini gösterdi. Eteğinde de biraz ot vardı. ‘Ebegümeci bu otlar’ dedi bana. O an yaşlı kadının yanaklarını tokatlayıp ‘NE DİYOSUN NİNE AQ EBEGÜMECİ NE BEN NE BİLEYİM 9 YAŞINDAYIM’ diye bağırmak istedim ama onun yerine, ‘Ooo’ diye karşılık verdim.

Neyse. Bu sohbet beni çok yormuştu. İyice stres dolmuştum. Stres olduğumda da -hala olduğu- gibi biraz da kakam gelmişti. Ancak bunu görmezden gelebilirdim. Önce biraz oyun oynamak iyi gelecekti. Asırlar gibi geçen on dakika sonunda Burak gazeteye sarılı ekmeklerle geldi. Babaannesinin kucağına ekmeklerle para üstünü bıraktı. Kadın kalkıp eve girdi. Biz de Burak ile bahçeyi arena gibi kullanıp Gladyatör oynamaya başladık. Mübalağa cenk oluyordu aramızda. Yalnızca aşağı tarafta çok gürültü yapmıyorduk. Çünkü o tarafta ‘deli’ dediğimiz bir kadının evi vardı. Bize bağırır, taş atar, bazen saldırırdı. Ya da biz öyle sanıyorduk. Ama korkardık işte. Büyükler de hep sıkı sıkı uyarırdı ‘Bizi onunla yüz göz etmeyin’ diye. Bir de ben pantolonuma çok dikkat ediyordum. Çimen lekesi olmasını, pislenmesini hiç istemiyordum. O yüzden daha usturupluyduk.

Biraz sonra Burak’ın babaannesi yeniden kapıda göründü. Biz hemen oynamayı bıraktık. Çünkü yaptıklarımızdan utanıyorduk. O yaşlarda da bir büyüğün ‘Sen şimdi dövüşçü müsün’ diye yanaşması yüz kızartıcı oluyordu. Burak’ın babaannesi durduğumuzu fark etti. ‘Siz oynayın’ dedi ‘Burak oğlum, ben Bilmem Ne gilin evine gidiyorum annen de orada’. Kapıyı çekti, anahtarı triko yeleğinin cebine attı, gitti.

Biz Burak ile biraz daha Gladyatör oynayıp sıkıldık. Hazır babaanne de yokken boncuklu tabancaları çıkardık. Bahçenin iki ucuna saklanıyor sonra da birbirimizi avlamaya çalışıyorduk. Bu oyun sırasında koşarken hep bacaklarıma bakıyordum. Pantolonum kesimiyle, cepleriyle, tam bir asker pantolonu gibiydi. Derken benim attığım bir boncuk Burak’ın alnına geldi. Burak ‘Ah’ deyip yere düştü. Korkup yanına koştum. O an annemin anlattığı hikayeler kulağımda çınlıyor, hatıralar aklımdan geçiyordu. Kör olan çocuklar, hapse giren çocuklar, babasının evden kovdukları, okuldan atılanlar… Neyse ki Burak iyiydi. Kaşının üzerinde minicik bir kızarıklık vardı sadece. Yine de bu bizi korkutmaya yetmişti. Bu durma anında ben yeniden kakamı hissettim. Artık baskı yapmaya başlamıştı. Birazdan tuvalete gitsem iyi olabilirdi. Çünkü üst üste yaşadığım iki stresli durum hiç de kolay yönetilen şeyler değildi.

Gelgelelim hala oyun oynamak istiyorduk. Üstelik bizi denetleyen kimse de yoktu. Bu yüzden yapılabilecek en eğlenceli şeyi yapmayı seçtik. Burakların bahçesinin alt tarafına gittik. Bahçe duvarından kafalarımızla boncuklu tabancalarımızı çıkarttık. Duvarın öte yanında, kot farkından biraz aşağıda kalan Deli Kadın’ın bahçesi, onun duvara yakın tarafında da kadının tek katlı evi vardı. Gizlenerek kadının camına boncuk atmaya başladık.

Silahı atıyorduk: ‘tak’. Boncuklar cama çarpıyordu: ‘tik’. Her isabet bir puandı ancak puandan çok kadına yakalanmanın heyecanı kanımızı kaynatıyor bizi çok eğlendiriyordu. Her atış bir ajan ciddiyeti içerisinde yapılıyordu. Bir atıştan sonra, kadının bahçesinin öte yanındaki fasulye sırıklarından ‘Höy’ diye bir ses geldi. İçinden de elinde çapasıyla, kısa boylu, şişman deli kadın çıkıp bize doğru koşmaya başladı. Çığlık çığlığa bahçenin yukarısına seğirttik. Evin önüne geldik. Bir yandan kahkahalar atıyor, bir yandan çok korkuyorduk. Kadının bize çapa salladığını, bizi öldüreceğini iddia ediyor eğleniyorduk.

Benim artık çok kakam vardı. ‘Burak benim kakam var, eve girebilir miyim’ dedim. Burak kapının önündeki kütüğü kaldırdı. Altında her zaman alışık olduğumuz yerde anahtar yoktu. Paspasın altına baktı. Orada da yoktu. ‘Anahtar yok’ dedi bana. Sanki o anda kakam iki katına çıkmıştı. Soğuk soğuk terlemeye başladım. ‘Nasıl yok kanki’ dedim. ‘Babaannem almıştır’ dedi. Ah o senin babaannen!

Oğlum benim sıçmam lazım, çok kakam var sıkıştım’ dedim. Bir elim götümde, diğer elimde silah evin önünde hızlı hızlı volta atmaya başladım. Pantolonumu sıkı sıkı avucumun içine almıştım. Pantolonum…Neden altıma sıçamayacağıma dair bir sebebim daha olmuştu. ‘Kanki ben bazen çişim gelince bahçeye yapıyorum’ dedi Burak. ‘Tamam ben de yaparım’ dedim. Evin hemen karşısındaki duvarın köşesine gittik. Ben tam pantolonumu indirmeye hazırlanırken ‘Dur buraya yapma burası çok meydan’ dedi Burak. Haklıydı. Toparlandım. Az aşağıda, minicik bir kulübe gibi görünen fırının yanına gittik. Yine pantolonumu indirmeye çalışıyordum ki ‘Abi burada da ekmek yapılıyor günah olur mu ki?’ dedi Burak. Haklıydı. Çarpılabilirdik. ‘Doğru kanki. Aslında şu aşağı taraf çok iyi görünüyor’ dedim. Gerçekten de ağaçlığın altında deli kadının bahçesi ile Burakların bahçesini ayıran duvarın dibi, bahçenin en az ziyaret edilen yeriydi. Hem de korunaklıydı. Benim artık bacaklarım titriyordu. ‘Tamam ama sessiz gidelim kanki’ dedi Burak. Sessizce gittik. Ben tam pantolonumu indirmeye hazırlanırken, Burak duvardan kafasını çıkarıp kadının bahçesine baktı. ‘La boyu devrilesiceler napıyonuz ey!’ diye bağırdı kadın bize Bolu ağzıyla. Hemen yeniden bahçenin yukarısına doğru koştuk korku içinde.

Benim dayanacak mecalim kalmamıştı. Burak, ‘Kanki gel komşunun kapısını çalalım’ derken bacaklarımdan dizlerime bir sıcaklık aldı beni. Pantolonumun arkası giderek ağırlaştı. Dingince Burak’ın yüzüne baktım. Boş eline silahımı verdim. ‘Bu sende kalsın şimdilik kanki’ dedim, ‘ben bir halama gidiyorum…’

Bacaklarım rahatlamayla titriyor, rüzgar terli alnımda huzurla dans ediyordu.

Burak bir bana bir de pantolonuma baktı. Ağlamamak için tutuyordum kendimi. Elimi yeniden götüme götürüp, pantolonumun bacak arasını iyice büzdüm. Üç dört dakikalık mesafedeki halamın yolunu tuttum. O ne yapılacağını bilirdi…

*Hikayeye ek bir bilgi olarak: Size bir Yeniçağa babaannesi tarih etmeme izin verin. Yeniçağa babaannesi genel olarak pastel tonlara sahiptir. Başında yazma, üzerinde basma elbise, onun üzerinde de cepli hardal renkte çelik örme triko yelek bulunur. Bazen basma elbise yerine, uzun etek ile penye kombin de yapabilirler.

--

--